AKPINAR DERGİSİNİN 50. SAYASI ÇIKTI.
ZAMAN VE MESAFE
Deniz kıyısında güneşin batışınıseyrediyoruz. Bu gidişten üzgün olmalı. Yüzü daha da kızarıyor. Ufuktan bir kayışı var, yavaş yavaş ve denizin adeta kalbine iniyor, derken mesafe düşüncesi imdada yetişti. Kaç ışık yılı uzaktaki güneş şu küçücük denizin içine nasıl sığar bu mümkün mü?
Öyleyse güneş denizin kalbine akmadı, biz onu öyle gördük. Duyularımız bizi yanıltıyor, onun verdiği sonuçta bazınoktalar, mantığa, ölçüye, biçiye uymuyor. Olayları nasıl algılıyorsak, gerçeğin de öyle olduğunu zannediyoruz.
Güneşin doğuşu, bir deniz ufkunda nasıl olur derseniz onu en az bir defa yaşamak ve görmek gerekir. Çünkü gözümüz güneşi, denizin derinliklerinden fışkıran bir lav gibi görüyor, yavaş yavaşufkun üzerine çıkarak kendini gösteriyor. Batarken, ayağı tökezleyen bir insanın kapaklanması gibi batıyor. Doğarken bir kır at üstünde çok uzaklardan al al serpuşları rüzgârlanan bir yiğit gibi görünüyor. Batarken hüzün ve utanç gibi, doğarken bir müjde gibi dünyamızı aydınlatıyor.
Kâinatın sonsuzluğu ve mesafeler. Onu gözleyen insan ve gözler. Mesafeler böyle de; bütün oluşları bir sır gibi sarıp sarmalayan zaman için ne denilebilir?
Zaman çok boyutlu, her akla, her hayale türlü şekillerde görünen bir intiba mı? Yani bu düşünceyi bize duyularımız mıilham ediyor? Eğer duyularımız ilham ediyorsa, bizi yine aldatmasınlar, ne dersiniz? Yoksa biz elimizle dokunduğumuz ve onun içine sığdırdığımız işler, eşya ve hareketlerle mi algılıyoruz? Yani zamanın bize yansıyan yüzü şu görünen ve görünmeyen âlem midir? Tabiat varlıkları, diğer yaratıklar ve mavera.
Bak işte mavera(öteler) işin içine girince zaman bambaşka bir veçheye (yüze) kavuşuyor. Belki de dönüşüyor.
Demek ki gerçek sandığımız birçok şey duyularımızın bizi yanıltmasından ibaret olabilir, onlara yüzde yüz gerçek gözü ile bakamayız. Gördüm denizin kalbine sindi diyorsunuz, ama deniz ile ufuk ve güneş mesafesi gerçeğin nerede olabileceğini az çok hissettiriyor. Kaçımız bunun farkındayız? Bütün bunları düşünmeye değer buluyorum.
Üstad Prof. Dr. Orhan Okay ile Nur Özmel Akın’ın yaptığı bu güzel söyleşiyi sunmaktan mutlu olduğumu söylemeliyim.
Ayrıca, Karacaoğlan, İsmail Özmel, Erdal Noyan, Hızır İrfan Önder, Salim Gülbahçe, Mehmet Baş, Ali Rıza Kaşıkçı,Süleyman Bektaş, Serpil Kaya, İlkay Coşkun, Elif Merve Şahin, Nicat Heşimzade’nin şiirlerini, İsmail Özmel, M. Nihat Malkoç, Ömer Aydoğan, İsa Kayacan, Kibar Ayaydın, Ahmet Vehbi Ecer, Murat Soyak, Süleyman Koloğlu’nun yazılarını da ilgiyle okuyacağınıza inanıyorum.
Çanakkale Zaferinin 99. yıl dönümünü iki yazı ve bir şiirle andık.
Daha zengin sayılarda buluşmak dileği ile hoşça kalın, sağlıcakla kalın !..
İsmail Özmel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder